Soru & Cevap Bölümümüzde
sorunuzu sorup hemen yardım alın.
İki ayrı karanlık çağ tanımı yapıldığını görüyoruz. Birincisi insanlığın ilk dönemi için kullanılan tanım ikincisi ise ortaçağ için kullanılan tanımdır.
Yazının icadından önceki çağlara tarih öncesi çağlar denilmiştir. Tarih öncesi çağlarda kendi içinde 3 e ayrılır. 1. Karanlık Çağlar 2. Taş Çağı 3. Maden Çağı. İşte tarih öncesi çağların ilk devrine karanlık çağ denilmiştir. Çünkü insanların o döneme ait bilgilerinin olmadığı için Karanlık Çağ olarak adlandırılmıştır. Ancak, o döneme ait bulunan duvar resimleri, araç-gereçler, fosiller vb. bulgular sonucunda bazı bilgilere elde edilebilmiştir.
Orta Çağ (Karanlık Çağ) : Avrupa tarihinin üç bölümünden, Kavimler Göçü ile başlayıp İstanbul'un (ms.1453) Fatih Sultan Mehmet tarafından fethine kadar geçen dönemi kapsayan, ortada kalan çağa verilen isimdir. Bu üç çağ: Antikitenin klasik uygarlıkları (Antik Çağ), Orta Çağ ve Modern Zamanlar'dır. Batı Avrupa'nın Orta Çağ'ı genellikle Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ile ulusal monarşilerin yükselişi, Avrupalılarca denizaşırı keşiflerin başlaması, hümanist canlanma ve 1517'de başlayan Protestan Reformasyon'u arasındaki zaman dilimi olarak tanımlanmıştır. Bu çeşitli değişiklikler Erken dönem Modern zamanın başlangıcını oluşturmaktadır ve Sanayi Devrimi'ne öncülük etmiştir. Ayrıca 1453'teki İstanbul'un Fethi de, özellikle Anadolu'da, Orta Çağ'ın bitişini işaretleyen olaydır.
Roma İmparatorluğu en geniş sınırlarına ikinci yüzyılda ulaştı. Bunu takip eden iki yüzyıl Roma İmparatorluğunun yavaşça çöküşüne ve sınırlardaki kontrolü yitirmesine şahit oldu.285’te imparator Diocletian imparatorluğu doğu ve batı olmak üzere ikiye bölmüştü.Bu doğu-batı ayrımı imparatorluğun başkentini Konstantinopolis’e taşıyan Konstantin döneminde de devam etti.
Roma İmparatorluğunun sınır komşuları daha güçlü hale geldiğinden, 4.yüzyılda imparatorluğun askeri harcamalar arttı. Daha önce ticaret ilişkileri içinde bulundukları kabileler imparatorluğun içine sızarak zenginliğinden yararlanmaya çalıştılar. Diocletian reformlarıyla vergi sistemini ve orduyu düzenledi ayrıca yönetimde güçlü bir bürokrasi oluşturdu.Bu reformlar imparatorluğa zaman kazandırdı ancak bu reformlar çok fazla para gerektirdi.Roma’nın düşen geliri imparatorluğu vergilere bağımlı kıldı.Gelecekti aksilikler Roma’nın zenginliğini ordusuna harcamasına neden olacaktı.Bu sınır genişletme döneminde ekonomik sorunlar kritik bir problem haline gelecekti.378’deki Adrianople Savaşı yenilgisi Roma ordusuna çok fazla zarar verdi ve imparatorluğun batısını savunmasız bırakılmasına neden oldu.Batı da güçlü ordu olmaması ve imparator Konstantin’den herhangi bir kurtuluş vaadi gelmemesinden dolayı imparatorluğun batısı uzlaşma yoluna girdi.
Geleneksel tarihte ‘barbar saldırıları’ olarak bilinen ‘Göç Dönemi’ oldukça anlaşılması güç ve aşamalı bir dönemdi. Bazı tarihçiler bu döneme ‘Karanlık Çağ’ adını verdi. Bu dönemdeki barbar kavimlerin bazıları Roma’nın klasik kültürünü inkar ederken, bazıları ise tamamen kabullendi hatta göz dikti.Ostrogot lideri Thedoric bu kültürü kabullenen ve kendini Roma kültürünün mirasçısı olarak görenlere bir örnektir.Hunlar, Bulgarlar, Avarlar, Macarlar'ın yanında birçok Cermen kavim ve Slav halklar, Roma sınırlarına göç ettiler. Bazı gruplar Roma senatosu ya da imparatorunun onayıyla Roma sınırlarına yerleşti. Tarımsal arazi karşılığında bu kavimler Roma’ya askeri destek sundu.Diğer saldırılar küçük çaplı, yağmalama amaçlı saldırılardı. Bu saldırıların en bilineni 410’da Vizigotlar tarafından gerçekleştirilen ve Roma’nın yağmalanmasıyla sonuçlananıdır.
5.yüzyılda Roma’nın kurumları çökmeye başladı.Batı’nın son imparatoru Romulus Augustus 476’da barbar kral Odoacer tarafından tahttan indirildi.Doğu Roma İmparatorluğu (batının tamamen düşmesinden sonra Bizans İmparatorluğu) düzenini batıyı kendi kaderine terk ederek sağladı.Bizans imparatorlarının bu sınırlarda hak iddia etmesine rağmen barbar krallar kendilerini batının imparatoru olarak görmeye başladı.Bundan sonraki üç yüzyıl boyunca batının yasal bir imparatoru olmayacaktı.Bunun yerine barbar desteği sağlayan krallar tarafından yönetildi.Bazı krallar sadece vekillik alarak kral unvanıyla yönetirken bazıları kendi isimleriyle yönetti.5.yüzyıl boyunca şehirler düşmeye başladı ve güçlendirilen duvarlarla korunmaya çalışıldı.İmparatorluğun batısı altyapısal olarak çöküşler yaşadı ve merkez yönetim tarafından müdahale edilmedi.Şehirlerde yapılan savaş arabası yarışları, yolların düzenlenmesi, su kemerleri gibi düzenlemeleri genellikle piskoposlar tarafından yapıldı.Hippo piskoposu Augustine yönetici gibi davranan piskoposların bir örneğidir.
8.Yüzyılda Roma merkezi otoritesini kaybetmiş, kırsallaşmış ve büyük güç olma özelliğini kaybetmişti.5’inci ve 8’inci yüzyıllar arasında Roma merkezi yönetiminin bıraktığı boşluğu yeni halklar ve güçlü bireysel hareketler doldurdu.Cermen kabileleri imparatorluğun eski sınırlarında bölgesel egemenlikler kurdular.Bu kabileler İtalya’da Ostrogotlar, İspanya’da Vizigotlar, Gaul’de (Fransa) Frenkler, Britanya’da Anglo-Saxonlar ve Kuzey Afrika’da Vandallardır. Roma’nın gücünü kaybetmesinin sosyal etkilerinin anlaşılması güçtür. Şehirler ve tüccarlar güvenli ticaretin ekonomik yararlarından mahrum kaldılar ve imparatorluğun entelektüel gelişimi kültürel ve eğitimsel birliğin olmamasından dolayı olumsuz etkilendi. Roma sosyal yapısının bozulması dramatiktir. Ticaret yapmak ve şehirlerarası ulaşım eskisi kadar güvenli olmadığından ticarette ve üretimde düşüş görüldü. Uzun mesafeli ticarete dayanan sanayiler; örneğin çanak-çömlek ticareti kısa sürede ortadan kalktı. 7 ve 8.yüzyıllarda Müslümanların Pers İmparatorluğu, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, İspanya, Portekiz ve Akdeniz’in diğer kısımlarını işgal etmesi deniz ticaretini olumsuz etkilediğinden yerelleşmeyi arttırdı. Beceriksiz yöneticilerin üstünkörü çalışmaları kütüphane, umumi banyo, meydan ve eğitim kurumları kurmak için yeterli değildi. Yeni yapılar eskilerinden çok daha küçük ve gösterişsizdi.Şehir duvarları ardındaki Romalı mülk sahipleri büyük değişikliklere sıcak bakmıyorlardı ve kolayca topraklarını bırakıp başka bir yere hareket etmek istemiyorlardı.Bazılarının elinden malları alındı ve Bizans sınırlarına kaçtılar, diğerleri ise yeni yöneticileriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştılar.İspanya ve İtalya gibi yerlerde Roma yasalarının ve inançlarının sürdürülmesi gerektiğine inanıldı.Diğer nüfusun yoğun olduğu bölgelerdekiler yeni giyinme şekilleri, yeni bir dil ve yeni gelenek ihtiyacı duydular. Katolik Kilisesi’nin kültürel açıdan birleştirici bir etkisi vardı. Katolikler tarafından nüfuslanmış bazı bölgeler Aryan yöneticiler tarafından işgal edildi. Frankların lideri I.Clovis Aryanizme karşı Katolikliği seçen liderlerden biridir. I.Clovis’in Katolikliği benimsemesi Gaul’deki Frank kabileleri açısından bir dönüm noktasıdır. Piskoposlar aldıkları eğitimden dolayı Ortaçağ toplumunun merkezindeydi. Sonuç olarak yönetimde önemli rol oynadılar. Ancak Batı Avrupa’nın merkezinin dışında kalan bazı bölgeler Hıristiyanlık ya da klasik Roma geleneğinden hiç etkilenmeden kaldılar.Avarlar ve Vikingler gibi savaştı toplumlar hala Batı Avrupa’da yeni doğmakta olan toplumlar için hala tehlike oluşturuyordu.
Erken Dönem Ortaçağı monastizmin doğuşuna da tanık oldu.Toplumdan ayrılıp ruhani hayata yönelmek kişilerin tercihiyken, Avrupa monastizmi şeklini Mısır ve Suriye’de meydana çıkan gelenek ve ideolojilerden aldı. Monastizmin ruhani uygulamalara yaklaşımına kenobitizm dendi ve öncülüğünü 4.yüzyılda Aziz Pachomius yaptı.Monastik düşünce Mısır’dan Avrupa’ya 5.yüzyılda hiyeroglif edebiyatla yayıldı.6.yüzyılda Aziz Benedict monastismizn belirleyici kurallarını idare ve dini ayinler hakkında detaylı bir şekilde yazdı.Ortaçağda manastırlar ve keşişler dini ve politik konularda derin etkiye sahipti, örneğin; zengin ailelerin toprak güvencesi, yeni fethedilen yerlerde kraliyet propagandası ve eğitim gibi konularda çok etkiliydiler. Romanesk sanatın doğuşu olan 8.yüzyıla kadar İtalya dışında taş binalara ilgi yoktu. Roma’daki bina malzemeleri bu türde eser yapmak için çalındı. Roma ve Bizans etkisi baskın kalsa da Çeltik ve Cermen barbar kavimlerin mimari şekilleri Hıristiyan sanatıyla birleştirildi. Batı Avrupa’da yüksek kalitede mücevherler ve dini sanat eserleri yapıldı. Charlamagne ve diğer krallar dini sanat eserlerinin yapılmasına büyük destek verdiler. Bu dönemdeki bazı sanat eserlerinde altın gümüş ve değerli pigmentler kullanılarak İncil’den öyküler anlatılmaya çalışıldı.
Fransa’nın Gaul bölgesinde üç yeni güç ortaya çıktı; Austrasia ve Neustria.Bu krallıklar efsanevi kralları Merovec’den sonra üç yüzyıl boyunca Merovingian hanedanlığından gelen krallar tarafından yönetildi.Merovingian ailesi dönem dönem aile bireyleri arasında anlaşmazlıklar çıkan bir aileydi. Merovingian tahtına geçme kuralı kanbağı idi.Ancak 7.yüzyılda Austrasian ailesi güç kazandı ve Merovingianlar geleneksel figür olarak korundu. Merovingianlar Baltık üzerinden Avrupayla ticaret ilişkilerinde bulundu. Merovingian kültürü ‘Romanlaştırılmış’ olarak tanımlanabilir, örneğin Roma paralarındaki yönetici sembollerine, piskoposluğa ve manastırlara çok önem verdiler. Bazıları Merovingianların Bizans’la ilişki içinde olduğunu düşündü. Ancak Merovingianlar seçkin kişilerin ölülerini toprak mezarlara gömdüler ve nesillerini hayvan figürleriyle işaretlediler. 7.yüzyıl Austrasia ve Neustria arasında iç savaşların yaşandığı bir dönemdir. Bazı aile büyükleri bu savaş ortamından yararlandı. Örneğin Pippin bu durumdan yararlanarak kendini Merovingian Sarayı’nın başkanı ilan etti ve büyük zenginlik ve destek elde etti.Kendi soyundan gelen diğer nesiller de onun bu konumundan yararlandı ve sarayda danışmanlık ve vekillik gibi görevlere geldiler. Hanedanlık 732’de Charles Martin’in Müslümanları yenmesiyle yeni bir yön aldı. Carolingan hanedanlığı III.Pippin önderliğinde 753’te Austrasia ve Neustrialar’ın yönetimlerini ele geçirdi.
Çağdaş kayıtlara göre Pippin bu darbe için gücünü Papa’dan aldı. Pippi’nin darbesi Morevingianların beceriksiz ve zalim yöneticiler olduğu yolunda yapılan propagandalarla kuvvetlendirildi ve Charles Martel’in başarıları ve ailesinin dindarlığı yüceltilerek öyküleştirildi.783’te Pippin öldüğünde imparatorluğu oğulları Charles ve Carloman’ın ellerine bıraktı. Carlamon doğal nedenlerle öldükten sonra Charles Carlamon’un küçük oğlunun tahta geçmesini engelledi ve kendini birleşmiş Austrasia ve Neustria krallıklarının imparatoru ilan etti. Charles çağdaşları tarafından ‘Büyük Charles’ ya da Charlemagne olarak bilindi.774’te başlayan sistemli toprak genişlemesi Avrupa’yı büyük oranda bir araya getirdi. 800’den sonraki savaşlarda birçok soylu müteffik edinerek geniş toprakları yönetti. Ortaçağ’ın soylularının çoğu köklerini bu genişleme sürecinde ortaya çıkan Carolingian hanedanlığına dayandırmak istedi. Charlemangne’in 800 yılının yılbaşı günü taç giyme töreni, 476’dan beri mevcut olan güç boşluğunu doldurduğu için ortaçağ tarihinin dönüm noktası olarak bilinir.Bu tören Charlemagne’nin liderliğinde de değişikliğe yol açtı.İmparatorluğun otoritesini görmüş olan din adamlarını sistematik bir şekilde etrafında toplandı ve imparatorluğun en uç yerlerine otoritesini ulaştırdı.Ayrıca kendi sınırları içindeki kiliselerde değişmez ayin düzenini bir kenara iterek değişiklikler yapmaya çalıştı.
Charlemange’nin Aachen’deki sarayı kültürün yeniden doğuş merkeziydi ve ‘Carolingan Rönesansı’ olarak da bilinir.Bu dönemde okur-yazarlık oranında artış görüldü, sanatta, mimaride, hukukta ve dini eserlerde gelişmeler görülür.Klasik Latin edebiyatı almış olan İngiliz keşiş Alcuin, Aachan’a davet edildi.Bu Latin kültürüne dönüş ortaçağ Latin gelişmeleri için önemli bir basamaktır.Bu dönemde bütün Avrupa’da iletişimi kolaylaştıra bir yazı düzeni kullanıldı.Almanya’da Carolingian hanedanlığının düşmesi ve Anglo-Saxon’ların güç sahibi olmasını Ottonian Rönesansı izledi.
Orta Çağ’ın Zirve Dönemi, tarihçiler tarafından 11. ve 13.yüzyıllar arasında Avrupa’nın şehirleşme süreci, askeri gelişme ve düşünsel etkinliklerin canlandığı dönem olarak tanımlanır. Bu canlanma yağmacı İskandinavya’nın ve Magyarlar’ın Hıristiyanlığı kabullenmesiyle ivme kazandı. Bu dönemde Avrupa’nın nüfusu büyük miktarda artış göstermiştir. Nüfus şehirlerde yoğunlaştı ve buradaki insanlar uzaklardaki tarım alanlarını işgal etmeye çalıştılar. Antik şehirler Akdeniz kıyısında toplandı.1200’de gelişmekte olan merkez şehirler yollar ve nehirlerle birbirlerine bağlı ve kıtanın ortasında bulunuyorlardı. Bu dönemin sonunda Paris’in nüfusu yaklaşık olarak 200.000’di.İtalya’nın merkezi, kuzeyi ve Flandra’da özerk yönetimli şehirlerin ortaya çıkması ekonomik hareketlenmeye, yeni dini ve ticari kurumların ortaya çıkmasına neden oldu.
Baltık kıyısındaki ticaret şehirleri Hanseatic Ligi olarak bilinen anlaşmayı yaptılar ve bu antlaşmada Venedik, Ceneviz ve Piza gibi İtalyan şehir-devletleri yer aldı ve ticaret alanlarını Akdeniz boyunca genişlettiler. Bu dönem Fransa, İngiltere ve İspanya kralları için şekillenme dönemiydi; güçlerini pekiştirdiler ve yönetimi kolaylaştıracak yeni kurumlar kurdular. Laik krallardan bağımsızlık fikrini oluşturan Papazlık, Hıristiyan dünyasında laik bir hâkimiyet kurdu. Tarihçilerin Papazlık Monarşisi dedikleri düşünce 13.yüzyılda, III. Innocent’in papalığı döneminde en yüksek noktasına ulaştı.Kuzey Haçlı Seferleri, Baltık ve Finlerdeki pagan bölgelerdeki Hıristiyan krallıklardaki ve askeri düzedeki gelişmeler Avrupa’daki birçok yerli halkı asimile olmaya zorladı.Moğol istilaları dışında barbar saldırıları durdu.
Haçlı Seferleri Kudüs’ü Müslüman kontrolünden kurtarmak için yapılan donanımlı seferlerdir. Kudüs 7.yüzyılda, Yakın Doğu, Kuzey Afrika ve Anadolu’yla birlikte Müslüman kontrolü altına girmişti. İlk Haçlı Seferi, 1095 yılında, Papa II. Urbanus’un Clermont Konseyi’nde verdiği vaazda Bizans imparatoru I.Alexios Komnenos’dan yardım etmesini istemesiyle başladı. Urban Haçlı seferlerine katılan Hıristiyanlara günahlarının bağışlanmasını ve Kudüs’e yerleşmeyi vaat etti. Bu arzuyla Avrupa toplumunun her sınıfından binlerce insan bu amaçla hareket etti ve 1099 da Kudüs’ün ve diğer bölgeler ele geçirildi. Hareket ilk desteğini Franklardan aldı; Arapların Haçlı Seferlerine "Franj" demesi bu yüzdendir.Bu bölgede azınlık olmalarına rağmen, Haçlılar işgallerini pekiştirmek için Haçlı şehirleri kurdular, bunlar ; Kudüs Krallığı, Edesa Vilayeti (Urfa), Antakya Prensliği, Tripoli Vilayeti’dir (Trablusgarp).13.yüzyılda bu şehirler arasında ve etrafındaki Müslüman şehirleri arasında birçok anlaşmazlık çıktı.Haçlı Seferleri’nin teme amacı kurulan bu şehirlerle kaybedilen yerleri geri almaktı.Tapınak Savaşçıları bu amaçta destek sağlanması için oluşturulmuş birliklerdir. Orta Çağ’ın sonunda Hıristiyan Haçlı Seferleri, Müslümanların egemenliği altındaki İspanya, Portekiz ve Güney İtalya’daki tüm toprakları fethetmişlerdi. Müslümanların geri saldırıları Asya’daki tüm toprakları geri aldı. Avrupa’nın değerli kısmı ve kuzeyi 12.yüzyıla kadar Hıristiyan etkisi dışında kaldı.Bu dönemde Bizans İmparatorluğu çöküşe geçmişti.Malazgirt Savaşı’ndan sonra impratorluk ciddi anlamda çöküş ve yenilenme sürecine girdi.4.Haçlı Seferi’nde Konstantinopolis’in geri alınmasına rağmen imparatorluk düşmeye devam etti.
Erken Dönem Orta Çağ ve İslam’ın Altın Çağı’nda, İslam felsefesi, bilimi ve teknolojisi Batı Avrupa’dan çok daha fazla gelişmişti. İslam âlimleri eski gelenekleri incelediler ve kendilerinin yeni buluşlarını, yeniliklerini de ekleyerek eni bir kültür oluşturdular. Romen rakamlarının yerini onluk sisteme dayalı numara sisteminin alması ve cebir matematiksel işlemlerde kolaylık sağladı. Diğer bir sonuç ise Latince konuşan toplumların geçişte kaybolan felsefe ve edebiyata ulaşmasıdır.12.yüzyıldaki Latince çeviriler Aristoteles’in felsefesine ve 12.yüzyılın Rönesansı olarak bilinen İslam bilimsel gelişmelerine olan tutkuyu besledi.
Ticaret yollarının eskiden olduğu gibi güvenli hake gelmesi ve düzeli ekonomik gelişme, ticaretin gelişmesine zemin hazırladı.Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde üniversiteler kurulduğunda, 11.yüzyılın katedral okulları ve manastırlar eğitimin ana kaynağıydı. Eğitim daha geniş kitlelere ulaşabildi, sanatta müzikte ve dini eserlerde gözle görülür gelişmeler görüldü. Avrupa’da görkemli katedraller inşa edildi, ilk önce Romanesk ve daha sonra daha dekoratif olan Gotik tarzda mimari kullanıldı.
12 ve 13.yüzyılda Avrupa’da köklü icatlar, yenilikler, geleneksel üretim şekillerinde ve ekonomide köklü değişiklikler görülür. Bu dönem top, gözlük ve artezyenin icadı gibi teknolojik gelişmelerin görüldüğü ve doğudan barut, ipek, pusula gibi yeniliklerin alındığı dönemdir. Ayrıca gemicilik ve saat yapımında büyük gelişmeler görülür ve bu gelişmeler ‘Coğrafi Keşifler’e zemin hazırlamıştır. Birçok sayıda tıp, bilim konularındaki Arapça ve Yunanca eser çevrilmiş ve Avrupa’ya dağıtılmıştır. Özellikle Aristoteles yeni düzenlenen üniversitelerin kurulması aşamasında gerçekçi ve mantıksal yaklaşımı nedeniyle büyük önem kazanmıştır.
Cluny Manastırı dönemin en etkili manastırlarındandır.
11.yüzyılda seçkinler keşişlerin iyi bir dini temel kurmak için keşişlerin kendi kurallarına uymadıklarını düşündüğünden monastik düşünce önem kazandı. Bu dönemde keşişlerin dua edenleri Tanrı’ya ulaştırarak dünyayı daha iyi bir yer haline getirdikleri için çok faydalı bir iş yaptığına inanılıyordu. Ancak eğer keşişler erdemli kişiler değilse bu vakit boşa gitmiş olacaktı. Bu korkudan dolayı 909’da Macon’da Cluny Manastır’ı kuruldu. Bu reformlaştırılmış manastır kısa zamanda katılığıyla ün saldı. Cluny daha kaliteli bir ruhani düzen oluşturmak için kendi başrahibini kendi seçti ve ekonomik ve politik açıdan bağısızlığı sağlamak için Papa’nın koruması altına girdi. Kötü manastır kanunların karşı pratik bir çözüm üretti ve 11.yüzyılda Cluny’nin başrahipleri imparatorluğun politik işlerinde fikir bildirmeye, Fransa ve İtalya’daki manastırları düzenlemeye çağırıldı. Monastik reformlar laik kiliseleri de etkiledi.
1049’da IX. Leo’nun Papalığa atanması önemli bir sorun oluşturdu. Bu sürtüşme bazı piskoposların atanması hakkındaydı ve Papa VII. Gregory, IV. Henry ve Kutsal Roma İmparatoru arasında geçti. Daha sonra atama, rahiplerin evlenmesi ve dinsel unvanların satılmasını kapsayan ideolojik bir savaş haline geldi. İmparator Kilise’nin korunmasını kendinin en önemli hakkı ve sorumluluğu olduğunu düşündü. Buna karşılık Papa kilisenin yerel hükümdarlardan bağımsız olması gerektiğini savundu. Bu savaş ortamı IV.Henry’nin 1085’te Roma’yı ziyaret etmesi ve birkaç ay sonra da Papa’nın ölmesiyle son buldu ancak problem çözülmeden kaldı. Bu anlaşmazlık papalık monarşisinin otoritelerden bağımsız geliştiğini gösterir. Bu olay ayrıca Cermen prenslerinin Cermen İmparatoruna karşı güçlenmesinin sonucudur.
Bu dönem büyük dini hareketlerin olduğu dönemdir. Daha önce bahsedilen Haçlı Seferleri’nin etkisi inkâr edilemez. Aynı şekilde monastik reform seçkinleri ve keşişleri etkileyen bir olaydır. Diğer gruplar dini yaşamı yenide şekillendirmeye çalıştılar.Geniş topraklara sahip seçkinler yeni kiliseler yapılmasını finanse ederek Kilise’nin günlük yaşamdaki etkisini arttırdılar.Katedral yasaları monastik kuralları benimsedi.İşçi sınıfı ve toplumun alt tabaka insanları Havariler gibi yaşamaya son verdiler ve dinin belirlenmiş doktrinleri konusunda yeni fikirler ortaya oydular.12.yüzyılda papalığın Kilise’yi yenileme çabalarının sıradan insanları etkilediği inkar edilemese de insanların da onları etkilediği kolayca görülebilir.Waldensian ve Humiliati gibi yeni dini gruplar monastik manastırı kabullenmediği için kınandılar.
Geç Dönem Orta Çağ felaketler ve zorluklar dönemiydi.Bu dönemde iklim tarihçilerinin de ortaya koyduğu gibi tarım iklim değişiminden oldukça etkilendi ve 1315-1317 yılları arasındaki ‘Büyük Kıtlık’a neden oldu.Bakteriyel hastalık olan ‘veba’ iyi beslenemeyen nüfusa söndürülemeyen bir ateş gibi yayıldı ve 14.yüzyıldaki nüfusun neredeyse dörtte üçünü hatta bazı bölgelerde yarısını öldürdü.Büyük miktarda toprak terk edildi ve buradaki ürünler işlenmeden kaldı.İşçi sayısında azalma sonucunda işçilerin maaşı arttı ve toprak sahipleri işçileri topraklarında çalışmaya ikna etmeye çalıştı.Ayrıca işçiler de daha çok kazanç hak ettiklerini savunarak isyan ettiler.Bu kriz dönemi aksine Erken Modern Çağlar’a zemin hazırlayan yaratıcı sosyal, ekonomik, ve teknolojik gelişmelere şahit oldu.Bu dönem Katolik kilisesinin de kendi içinde bölünmeye başladığı dönemdir.Bu bölünme döneminde Kilise üç farklı papa tarafından aynı zamanda yönetildi.Kilise papalığın otoritesini yitirdi ve ulusal kiliselerin oluşmasına neden oldu.Roma İmparatorluğunun son düşüşü Konstantinopolis’in 1453’te Osmanlı Türkleri egemenliği altına girmesidir.Bu olay Avrupa’nın ekonomisi, kültürü ve dininde büyük etkiye sahiptir.
Orta Çağ mutfağı, 5. ve 16. yüzyıl Avrupa kültürlerinin besinlerine, yeme alışkanlıklarına ve yemek pişirme yöntemlerine verilen genel addır. Bu dönem boyunca beslenme düzeni ve pişirme yöntemleri Avrupa genelinde değişimlere uğramış ve tüm bu değişiklikler Avrupa'nın modern mutfak kültürünün temelini oluşturmuştur.
Bu dönemde ekmek tüm Avrupa'da ana besin ögesi olarak kullanılır, tüketimde bunu yulaf lapası ve makarna gibi tahıldan yapılmış yemekler izlerdi. Et ise sebze ve tahıllardan daha pahalı ve seçkin bir yiyecekti. Çeşni olarak en çok kullanılan ürünler şarap, koruk suyu ve sirkeydi. Yemekleri tatlandırmak için almaya gücü yetenler en sık bal ve şekere başvururdu. Et türlerinde en çok tercih edilenler tavuk ve domuz eti olur, toprak işlemede büyük öneme sahip olan büyükbaş hayvanların etleri ise her zaman daha az kullanılırdı. Kuzey Avrupa toplumları et gereksinimini büyük ölçüde morina ve ringa balıkları ile sağlar, bunun yanında diğer tatlı ve tuzlu su balıkları da yaygın biçimde tüketilirdi. Bademin hem acı hem de tatlısı yemeklerde garnitür olarak kullanılır ya da öğütülerek çorba ve yahnilere kıvam vermek için serpilirdi. Badem sütü, oruç ve paskalya perhizleri boyunca hayvan sütüne alternatif olarak içilen bir içecekti.
Bu dönemlerde yavaş ulaşım ve yetersiz saklama koşulları pek çok yiyeceğin uzun mesafeli ticaretini engelliyordu. Birçok yerde sadece varlıklı kişilerin, genellikle de soylu takımının baharat ve otlar gibi pahalı ürünleri getirmeye gücü yetiyordu. Bu nedenle zenginlerin ve soyluların mutfakları, yabancı kültürlerden etkilenmeye daha açık olmuştur. Toplumda bulunan her sınıfın bir üst sınıfı taklit etmesi sonucu, uluslararası ticaretle ve savaşlarla edinilen yeni alışkanlıklar zamanla yoksullar arasında da yaygınlaşmıştır.
Açlık ve kıtlığın olağan hâle geldiği ve toplumdaki sınıf ayrılıklarının en ağır biçimde hissedildiği bu dönemlerde yiyecekler, sosyal statünün en önemli göstergelerinden biri olmuştur. Piyasada güçlükle bulunmalarının yanı sıra lüks gıdaların tüketimi yasalarca da toplumun kimi sınıflarına yasaklanmış ve soylular sınıfına mensup olmayan sonradan görmelerin ("nouveau riche") göze çarpan tüketimine bir sınır getirilmiştir. Ayrıca, kişinin yediği yemekle işgücünün arasında kutsal ya da doğal bir bağ olduğu inancı yaygın olduğu için, yasalar, çalışan sınıfın yiyeceklerinin daha az inceltilmiş olması koşulunu getirmiştir. Bu nedenle, o dönemde beden gücü ile çalışan sınıfın yemekleri daha iri parçalı ve daha ucuzdur. Aynı dönemde tıp alanında da hekimler pahalı tonikleri, egzotik baharatları soylu kesimin hastalarına tavsiye ederken, daha kokulu, düşük kaliteli otları alt sınıflara önerirlerdi.
Tarih: 2016-03-02 01:56:22 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
sorunuzu sorup hemen yardım alın.
Karanlık Çağ Nedir
Karanlık Çağ Nedir ? (1. Tanım)
Yazının icadından önceki çağlara tarih öncesi çağlar denilmiştir. Tarih öncesi çağlarda kendi içinde 3 e ayrılır. 1. Karanlık Çağlar 2. Taş Çağı 3. Maden Çağı. İşte tarih öncesi çağların ilk devrine karanlık çağ denilmiştir. Çünkü insanların o döneme ait bilgilerinin olmadığı için Karanlık Çağ olarak adlandırılmıştır. Ancak, o döneme ait bulunan duvar resimleri, araç-gereçler, fosiller vb. bulgular sonucunda bazı bilgilere elde edilebilmiştir.
Karanlık Çağ Nedir ? (2. Tanım)
Orta Çağ (Karanlık Çağ) : Avrupa tarihinin üç bölümünden, Kavimler Göçü ile başlayıp İstanbul'un (ms.1453) Fatih Sultan Mehmet tarafından fethine kadar geçen dönemi kapsayan, ortada kalan çağa verilen isimdir. Bu üç çağ: Antikitenin klasik uygarlıkları (Antik Çağ), Orta Çağ ve Modern Zamanlar'dır. Batı Avrupa'nın Orta Çağ'ı genellikle Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ile ulusal monarşilerin yükselişi, Avrupalılarca denizaşırı keşiflerin başlaması, hümanist canlanma ve 1517'de başlayan Protestan Reformasyon'u arasındaki zaman dilimi olarak tanımlanmıştır. Bu çeşitli değişiklikler Erken dönem Modern zamanın başlangıcını oluşturmaktadır ve Sanayi Devrimi'ne öncülük etmiştir. Ayrıca 1453'teki İstanbul'un Fethi de, özellikle Anadolu'da, Orta Çağ'ın bitişini işaretleyen olaydır.
Geç Roma İmparatorluğu
Roma İmparatorluğu en geniş sınırlarına ikinci yüzyılda ulaştı. Bunu takip eden iki yüzyıl Roma İmparatorluğunun yavaşça çöküşüne ve sınırlardaki kontrolü yitirmesine şahit oldu.285’te imparator Diocletian imparatorluğu doğu ve batı olmak üzere ikiye bölmüştü.Bu doğu-batı ayrımı imparatorluğun başkentini Konstantinopolis’e taşıyan Konstantin döneminde de devam etti.
Roma İmparatorluğunun sınır komşuları daha güçlü hale geldiğinden, 4.yüzyılda imparatorluğun askeri harcamalar arttı. Daha önce ticaret ilişkileri içinde bulundukları kabileler imparatorluğun içine sızarak zenginliğinden yararlanmaya çalıştılar. Diocletian reformlarıyla vergi sistemini ve orduyu düzenledi ayrıca yönetimde güçlü bir bürokrasi oluşturdu.Bu reformlar imparatorluğa zaman kazandırdı ancak bu reformlar çok fazla para gerektirdi.Roma’nın düşen geliri imparatorluğu vergilere bağımlı kıldı.Gelecekti aksilikler Roma’nın zenginliğini ordusuna harcamasına neden olacaktı.Bu sınır genişletme döneminde ekonomik sorunlar kritik bir problem haline gelecekti.378’deki Adrianople Savaşı yenilgisi Roma ordusuna çok fazla zarar verdi ve imparatorluğun batısını savunmasız bırakılmasına neden oldu.Batı da güçlü ordu olmaması ve imparator Konstantin’den herhangi bir kurtuluş vaadi gelmemesinden dolayı imparatorluğun batısı uzlaşma yoluna girdi.
Geleneksel tarihte ‘barbar saldırıları’ olarak bilinen ‘Göç Dönemi’ oldukça anlaşılması güç ve aşamalı bir dönemdi. Bazı tarihçiler bu döneme ‘Karanlık Çağ’ adını verdi. Bu dönemdeki barbar kavimlerin bazıları Roma’nın klasik kültürünü inkar ederken, bazıları ise tamamen kabullendi hatta göz dikti.Ostrogot lideri Thedoric bu kültürü kabullenen ve kendini Roma kültürünün mirasçısı olarak görenlere bir örnektir.Hunlar, Bulgarlar, Avarlar, Macarlar'ın yanında birçok Cermen kavim ve Slav halklar, Roma sınırlarına göç ettiler. Bazı gruplar Roma senatosu ya da imparatorunun onayıyla Roma sınırlarına yerleşti. Tarımsal arazi karşılığında bu kavimler Roma’ya askeri destek sundu.Diğer saldırılar küçük çaplı, yağmalama amaçlı saldırılardı. Bu saldırıların en bilineni 410’da Vizigotlar tarafından gerçekleştirilen ve Roma’nın yağmalanmasıyla sonuçlananıdır.
5.yüzyılda Roma’nın kurumları çökmeye başladı.Batı’nın son imparatoru Romulus Augustus 476’da barbar kral Odoacer tarafından tahttan indirildi.Doğu Roma İmparatorluğu (batının tamamen düşmesinden sonra Bizans İmparatorluğu) düzenini batıyı kendi kaderine terk ederek sağladı.Bizans imparatorlarının bu sınırlarda hak iddia etmesine rağmen barbar krallar kendilerini batının imparatoru olarak görmeye başladı.Bundan sonraki üç yüzyıl boyunca batının yasal bir imparatoru olmayacaktı.Bunun yerine barbar desteği sağlayan krallar tarafından yönetildi.Bazı krallar sadece vekillik alarak kral unvanıyla yönetirken bazıları kendi isimleriyle yönetti.5.yüzyıl boyunca şehirler düşmeye başladı ve güçlendirilen duvarlarla korunmaya çalışıldı.İmparatorluğun batısı altyapısal olarak çöküşler yaşadı ve merkez yönetim tarafından müdahale edilmedi.Şehirlerde yapılan savaş arabası yarışları, yolların düzenlenmesi, su kemerleri gibi düzenlemeleri genellikle piskoposlar tarafından yapıldı.Hippo piskoposu Augustine yönetici gibi davranan piskoposların bir örneğidir.
Erken Dönem Orta Çağ
8.Yüzyılda Roma merkezi otoritesini kaybetmiş, kırsallaşmış ve büyük güç olma özelliğini kaybetmişti.5’inci ve 8’inci yüzyıllar arasında Roma merkezi yönetiminin bıraktığı boşluğu yeni halklar ve güçlü bireysel hareketler doldurdu.Cermen kabileleri imparatorluğun eski sınırlarında bölgesel egemenlikler kurdular.Bu kabileler İtalya’da Ostrogotlar, İspanya’da Vizigotlar, Gaul’de (Fransa) Frenkler, Britanya’da Anglo-Saxonlar ve Kuzey Afrika’da Vandallardır. Roma’nın gücünü kaybetmesinin sosyal etkilerinin anlaşılması güçtür. Şehirler ve tüccarlar güvenli ticaretin ekonomik yararlarından mahrum kaldılar ve imparatorluğun entelektüel gelişimi kültürel ve eğitimsel birliğin olmamasından dolayı olumsuz etkilendi. Roma sosyal yapısının bozulması dramatiktir. Ticaret yapmak ve şehirlerarası ulaşım eskisi kadar güvenli olmadığından ticarette ve üretimde düşüş görüldü. Uzun mesafeli ticarete dayanan sanayiler; örneğin çanak-çömlek ticareti kısa sürede ortadan kalktı. 7 ve 8.yüzyıllarda Müslümanların Pers İmparatorluğu, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, İspanya, Portekiz ve Akdeniz’in diğer kısımlarını işgal etmesi deniz ticaretini olumsuz etkilediğinden yerelleşmeyi arttırdı. Beceriksiz yöneticilerin üstünkörü çalışmaları kütüphane, umumi banyo, meydan ve eğitim kurumları kurmak için yeterli değildi. Yeni yapılar eskilerinden çok daha küçük ve gösterişsizdi.Şehir duvarları ardındaki Romalı mülk sahipleri büyük değişikliklere sıcak bakmıyorlardı ve kolayca topraklarını bırakıp başka bir yere hareket etmek istemiyorlardı.Bazılarının elinden malları alındı ve Bizans sınırlarına kaçtılar, diğerleri ise yeni yöneticileriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştılar.İspanya ve İtalya gibi yerlerde Roma yasalarının ve inançlarının sürdürülmesi gerektiğine inanıldı.Diğer nüfusun yoğun olduğu bölgelerdekiler yeni giyinme şekilleri, yeni bir dil ve yeni gelenek ihtiyacı duydular. Katolik Kilisesi’nin kültürel açıdan birleştirici bir etkisi vardı. Katolikler tarafından nüfuslanmış bazı bölgeler Aryan yöneticiler tarafından işgal edildi. Frankların lideri I.Clovis Aryanizme karşı Katolikliği seçen liderlerden biridir. I.Clovis’in Katolikliği benimsemesi Gaul’deki Frank kabileleri açısından bir dönüm noktasıdır. Piskoposlar aldıkları eğitimden dolayı Ortaçağ toplumunun merkezindeydi. Sonuç olarak yönetimde önemli rol oynadılar. Ancak Batı Avrupa’nın merkezinin dışında kalan bazı bölgeler Hıristiyanlık ya da klasik Roma geleneğinden hiç etkilenmeden kaldılar.Avarlar ve Vikingler gibi savaştı toplumlar hala Batı Avrupa’da yeni doğmakta olan toplumlar için hala tehlike oluşturuyordu.
Erken Dönem Ortaçağı monastizmin doğuşuna da tanık oldu.Toplumdan ayrılıp ruhani hayata yönelmek kişilerin tercihiyken, Avrupa monastizmi şeklini Mısır ve Suriye’de meydana çıkan gelenek ve ideolojilerden aldı. Monastizmin ruhani uygulamalara yaklaşımına kenobitizm dendi ve öncülüğünü 4.yüzyılda Aziz Pachomius yaptı.Monastik düşünce Mısır’dan Avrupa’ya 5.yüzyılda hiyeroglif edebiyatla yayıldı.6.yüzyılda Aziz Benedict monastismizn belirleyici kurallarını idare ve dini ayinler hakkında detaylı bir şekilde yazdı.Ortaçağda manastırlar ve keşişler dini ve politik konularda derin etkiye sahipti, örneğin; zengin ailelerin toprak güvencesi, yeni fethedilen yerlerde kraliyet propagandası ve eğitim gibi konularda çok etkiliydiler. Romanesk sanatın doğuşu olan 8.yüzyıla kadar İtalya dışında taş binalara ilgi yoktu. Roma’daki bina malzemeleri bu türde eser yapmak için çalındı. Roma ve Bizans etkisi baskın kalsa da Çeltik ve Cermen barbar kavimlerin mimari şekilleri Hıristiyan sanatıyla birleştirildi. Batı Avrupa’da yüksek kalitede mücevherler ve dini sanat eserleri yapıldı. Charlamagne ve diğer krallar dini sanat eserlerinin yapılmasına büyük destek verdiler. Bu dönemdeki bazı sanat eserlerinde altın gümüş ve değerli pigmentler kullanılarak İncil’den öyküler anlatılmaya çalışıldı.
Carolinganlar
Fransa’nın Gaul bölgesinde üç yeni güç ortaya çıktı; Austrasia ve Neustria.Bu krallıklar efsanevi kralları Merovec’den sonra üç yüzyıl boyunca Merovingian hanedanlığından gelen krallar tarafından yönetildi.Merovingian ailesi dönem dönem aile bireyleri arasında anlaşmazlıklar çıkan bir aileydi. Merovingian tahtına geçme kuralı kanbağı idi.Ancak 7.yüzyılda Austrasian ailesi güç kazandı ve Merovingianlar geleneksel figür olarak korundu. Merovingianlar Baltık üzerinden Avrupayla ticaret ilişkilerinde bulundu. Merovingian kültürü ‘Romanlaştırılmış’ olarak tanımlanabilir, örneğin Roma paralarındaki yönetici sembollerine, piskoposluğa ve manastırlara çok önem verdiler. Bazıları Merovingianların Bizans’la ilişki içinde olduğunu düşündü. Ancak Merovingianlar seçkin kişilerin ölülerini toprak mezarlara gömdüler ve nesillerini hayvan figürleriyle işaretlediler. 7.yüzyıl Austrasia ve Neustria arasında iç savaşların yaşandığı bir dönemdir. Bazı aile büyükleri bu savaş ortamından yararlandı. Örneğin Pippin bu durumdan yararlanarak kendini Merovingian Sarayı’nın başkanı ilan etti ve büyük zenginlik ve destek elde etti.Kendi soyundan gelen diğer nesiller de onun bu konumundan yararlandı ve sarayda danışmanlık ve vekillik gibi görevlere geldiler. Hanedanlık 732’de Charles Martin’in Müslümanları yenmesiyle yeni bir yön aldı. Carolingan hanedanlığı III.Pippin önderliğinde 753’te Austrasia ve Neustrialar’ın yönetimlerini ele geçirdi.
Çağdaş kayıtlara göre Pippin bu darbe için gücünü Papa’dan aldı. Pippi’nin darbesi Morevingianların beceriksiz ve zalim yöneticiler olduğu yolunda yapılan propagandalarla kuvvetlendirildi ve Charles Martel’in başarıları ve ailesinin dindarlığı yüceltilerek öyküleştirildi.783’te Pippin öldüğünde imparatorluğu oğulları Charles ve Carloman’ın ellerine bıraktı. Carlamon doğal nedenlerle öldükten sonra Charles Carlamon’un küçük oğlunun tahta geçmesini engelledi ve kendini birleşmiş Austrasia ve Neustria krallıklarının imparatoru ilan etti. Charles çağdaşları tarafından ‘Büyük Charles’ ya da Charlemagne olarak bilindi.774’te başlayan sistemli toprak genişlemesi Avrupa’yı büyük oranda bir araya getirdi. 800’den sonraki savaşlarda birçok soylu müteffik edinerek geniş toprakları yönetti. Ortaçağ’ın soylularının çoğu köklerini bu genişleme sürecinde ortaya çıkan Carolingian hanedanlığına dayandırmak istedi. Charlemangne’in 800 yılının yılbaşı günü taç giyme töreni, 476’dan beri mevcut olan güç boşluğunu doldurduğu için ortaçağ tarihinin dönüm noktası olarak bilinir.Bu tören Charlemagne’nin liderliğinde de değişikliğe yol açtı.İmparatorluğun otoritesini görmüş olan din adamlarını sistematik bir şekilde etrafında toplandı ve imparatorluğun en uç yerlerine otoritesini ulaştırdı.Ayrıca kendi sınırları içindeki kiliselerde değişmez ayin düzenini bir kenara iterek değişiklikler yapmaya çalıştı.
Carolingian Rönesansı
Charlemange’nin Aachen’deki sarayı kültürün yeniden doğuş merkeziydi ve ‘Carolingan Rönesansı’ olarak da bilinir.Bu dönemde okur-yazarlık oranında artış görüldü, sanatta, mimaride, hukukta ve dini eserlerde gelişmeler görülür.Klasik Latin edebiyatı almış olan İngiliz keşiş Alcuin, Aachan’a davet edildi.Bu Latin kültürüne dönüş ortaçağ Latin gelişmeleri için önemli bir basamaktır.Bu dönemde bütün Avrupa’da iletişimi kolaylaştıra bir yazı düzeni kullanıldı.Almanya’da Carolingian hanedanlığının düşmesi ve Anglo-Saxon’ların güç sahibi olmasını Ottonian Rönesansı izledi.
Orta Çağ’ın Zirve Dönemi
Orta Çağ’ın Zirve Dönemi, tarihçiler tarafından 11. ve 13.yüzyıllar arasında Avrupa’nın şehirleşme süreci, askeri gelişme ve düşünsel etkinliklerin canlandığı dönem olarak tanımlanır. Bu canlanma yağmacı İskandinavya’nın ve Magyarlar’ın Hıristiyanlığı kabullenmesiyle ivme kazandı. Bu dönemde Avrupa’nın nüfusu büyük miktarda artış göstermiştir. Nüfus şehirlerde yoğunlaştı ve buradaki insanlar uzaklardaki tarım alanlarını işgal etmeye çalıştılar. Antik şehirler Akdeniz kıyısında toplandı.1200’de gelişmekte olan merkez şehirler yollar ve nehirlerle birbirlerine bağlı ve kıtanın ortasında bulunuyorlardı. Bu dönemin sonunda Paris’in nüfusu yaklaşık olarak 200.000’di.İtalya’nın merkezi, kuzeyi ve Flandra’da özerk yönetimli şehirlerin ortaya çıkması ekonomik hareketlenmeye, yeni dini ve ticari kurumların ortaya çıkmasına neden oldu.
Baltık kıyısındaki ticaret şehirleri Hanseatic Ligi olarak bilinen anlaşmayı yaptılar ve bu antlaşmada Venedik, Ceneviz ve Piza gibi İtalyan şehir-devletleri yer aldı ve ticaret alanlarını Akdeniz boyunca genişlettiler. Bu dönem Fransa, İngiltere ve İspanya kralları için şekillenme dönemiydi; güçlerini pekiştirdiler ve yönetimi kolaylaştıracak yeni kurumlar kurdular. Laik krallardan bağımsızlık fikrini oluşturan Papazlık, Hıristiyan dünyasında laik bir hâkimiyet kurdu. Tarihçilerin Papazlık Monarşisi dedikleri düşünce 13.yüzyılda, III. Innocent’in papalığı döneminde en yüksek noktasına ulaştı.Kuzey Haçlı Seferleri, Baltık ve Finlerdeki pagan bölgelerdeki Hıristiyan krallıklardaki ve askeri düzedeki gelişmeler Avrupa’daki birçok yerli halkı asimile olmaya zorladı.Moğol istilaları dışında barbar saldırıları durdu.
Haçlı Seferleri
Haçlı Seferleri Kudüs’ü Müslüman kontrolünden kurtarmak için yapılan donanımlı seferlerdir. Kudüs 7.yüzyılda, Yakın Doğu, Kuzey Afrika ve Anadolu’yla birlikte Müslüman kontrolü altına girmişti. İlk Haçlı Seferi, 1095 yılında, Papa II. Urbanus’un Clermont Konseyi’nde verdiği vaazda Bizans imparatoru I.Alexios Komnenos’dan yardım etmesini istemesiyle başladı. Urban Haçlı seferlerine katılan Hıristiyanlara günahlarının bağışlanmasını ve Kudüs’e yerleşmeyi vaat etti. Bu arzuyla Avrupa toplumunun her sınıfından binlerce insan bu amaçla hareket etti ve 1099 da Kudüs’ün ve diğer bölgeler ele geçirildi. Hareket ilk desteğini Franklardan aldı; Arapların Haçlı Seferlerine "Franj" demesi bu yüzdendir.Bu bölgede azınlık olmalarına rağmen, Haçlılar işgallerini pekiştirmek için Haçlı şehirleri kurdular, bunlar ; Kudüs Krallığı, Edesa Vilayeti (Urfa), Antakya Prensliği, Tripoli Vilayeti’dir (Trablusgarp).13.yüzyılda bu şehirler arasında ve etrafındaki Müslüman şehirleri arasında birçok anlaşmazlık çıktı.Haçlı Seferleri’nin teme amacı kurulan bu şehirlerle kaybedilen yerleri geri almaktı.Tapınak Savaşçıları bu amaçta destek sağlanması için oluşturulmuş birliklerdir. Orta Çağ’ın sonunda Hıristiyan Haçlı Seferleri, Müslümanların egemenliği altındaki İspanya, Portekiz ve Güney İtalya’daki tüm toprakları fethetmişlerdi. Müslümanların geri saldırıları Asya’daki tüm toprakları geri aldı. Avrupa’nın değerli kısmı ve kuzeyi 12.yüzyıla kadar Hıristiyan etkisi dışında kaldı.Bu dönemde Bizans İmparatorluğu çöküşe geçmişti.Malazgirt Savaşı’ndan sonra impratorluk ciddi anlamda çöküş ve yenilenme sürecine girdi.4.Haçlı Seferi’nde Konstantinopolis’in geri alınmasına rağmen imparatorluk düşmeye devam etti.
Bilim ve Teknoloji
Erken Dönem Orta Çağ ve İslam’ın Altın Çağı’nda, İslam felsefesi, bilimi ve teknolojisi Batı Avrupa’dan çok daha fazla gelişmişti. İslam âlimleri eski gelenekleri incelediler ve kendilerinin yeni buluşlarını, yeniliklerini de ekleyerek eni bir kültür oluşturdular. Romen rakamlarının yerini onluk sisteme dayalı numara sisteminin alması ve cebir matematiksel işlemlerde kolaylık sağladı. Diğer bir sonuç ise Latince konuşan toplumların geçişte kaybolan felsefe ve edebiyata ulaşmasıdır.12.yüzyıldaki Latince çeviriler Aristoteles’in felsefesine ve 12.yüzyılın Rönesansı olarak bilinen İslam bilimsel gelişmelerine olan tutkuyu besledi.
Ticaret yollarının eskiden olduğu gibi güvenli hake gelmesi ve düzeli ekonomik gelişme, ticaretin gelişmesine zemin hazırladı.Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde üniversiteler kurulduğunda, 11.yüzyılın katedral okulları ve manastırlar eğitimin ana kaynağıydı. Eğitim daha geniş kitlelere ulaşabildi, sanatta müzikte ve dini eserlerde gözle görülür gelişmeler görüldü. Avrupa’da görkemli katedraller inşa edildi, ilk önce Romanesk ve daha sonra daha dekoratif olan Gotik tarzda mimari kullanıldı.
12 ve 13.yüzyılda Avrupa’da köklü icatlar, yenilikler, geleneksel üretim şekillerinde ve ekonomide köklü değişiklikler görülür. Bu dönem top, gözlük ve artezyenin icadı gibi teknolojik gelişmelerin görüldüğü ve doğudan barut, ipek, pusula gibi yeniliklerin alındığı dönemdir. Ayrıca gemicilik ve saat yapımında büyük gelişmeler görülür ve bu gelişmeler ‘Coğrafi Keşifler’e zemin hazırlamıştır. Birçok sayıda tıp, bilim konularındaki Arapça ve Yunanca eser çevrilmiş ve Avrupa’ya dağıtılmıştır. Özellikle Aristoteles yeni düzenlenen üniversitelerin kurulması aşamasında gerçekçi ve mantıksal yaklaşımı nedeniyle büyük önem kazanmıştır.
Din Alanında Değişiklikler
Cluny Manastırı dönemin en etkili manastırlarındandır.
11.yüzyılda seçkinler keşişlerin iyi bir dini temel kurmak için keşişlerin kendi kurallarına uymadıklarını düşündüğünden monastik düşünce önem kazandı. Bu dönemde keşişlerin dua edenleri Tanrı’ya ulaştırarak dünyayı daha iyi bir yer haline getirdikleri için çok faydalı bir iş yaptığına inanılıyordu. Ancak eğer keşişler erdemli kişiler değilse bu vakit boşa gitmiş olacaktı. Bu korkudan dolayı 909’da Macon’da Cluny Manastır’ı kuruldu. Bu reformlaştırılmış manastır kısa zamanda katılığıyla ün saldı. Cluny daha kaliteli bir ruhani düzen oluşturmak için kendi başrahibini kendi seçti ve ekonomik ve politik açıdan bağısızlığı sağlamak için Papa’nın koruması altına girdi. Kötü manastır kanunların karşı pratik bir çözüm üretti ve 11.yüzyılda Cluny’nin başrahipleri imparatorluğun politik işlerinde fikir bildirmeye, Fransa ve İtalya’daki manastırları düzenlemeye çağırıldı. Monastik reformlar laik kiliseleri de etkiledi.
1049’da IX. Leo’nun Papalığa atanması önemli bir sorun oluşturdu. Bu sürtüşme bazı piskoposların atanması hakkındaydı ve Papa VII. Gregory, IV. Henry ve Kutsal Roma İmparatoru arasında geçti. Daha sonra atama, rahiplerin evlenmesi ve dinsel unvanların satılmasını kapsayan ideolojik bir savaş haline geldi. İmparator Kilise’nin korunmasını kendinin en önemli hakkı ve sorumluluğu olduğunu düşündü. Buna karşılık Papa kilisenin yerel hükümdarlardan bağımsız olması gerektiğini savundu. Bu savaş ortamı IV.Henry’nin 1085’te Roma’yı ziyaret etmesi ve birkaç ay sonra da Papa’nın ölmesiyle son buldu ancak problem çözülmeden kaldı. Bu anlaşmazlık papalık monarşisinin otoritelerden bağımsız geliştiğini gösterir. Bu olay ayrıca Cermen prenslerinin Cermen İmparatoruna karşı güçlenmesinin sonucudur.
Bu dönem büyük dini hareketlerin olduğu dönemdir. Daha önce bahsedilen Haçlı Seferleri’nin etkisi inkâr edilemez. Aynı şekilde monastik reform seçkinleri ve keşişleri etkileyen bir olaydır. Diğer gruplar dini yaşamı yenide şekillendirmeye çalıştılar.Geniş topraklara sahip seçkinler yeni kiliseler yapılmasını finanse ederek Kilise’nin günlük yaşamdaki etkisini arttırdılar.Katedral yasaları monastik kuralları benimsedi.İşçi sınıfı ve toplumun alt tabaka insanları Havariler gibi yaşamaya son verdiler ve dinin belirlenmiş doktrinleri konusunda yeni fikirler ortaya oydular.12.yüzyılda papalığın Kilise’yi yenileme çabalarının sıradan insanları etkilediği inkar edilemese de insanların da onları etkilediği kolayca görülebilir.Waldensian ve Humiliati gibi yeni dini gruplar monastik manastırı kabullenmediği için kınandılar.
Geç Dönem Orta Çağ
Geç Dönem Orta Çağ felaketler ve zorluklar dönemiydi.Bu dönemde iklim tarihçilerinin de ortaya koyduğu gibi tarım iklim değişiminden oldukça etkilendi ve 1315-1317 yılları arasındaki ‘Büyük Kıtlık’a neden oldu.Bakteriyel hastalık olan ‘veba’ iyi beslenemeyen nüfusa söndürülemeyen bir ateş gibi yayıldı ve 14.yüzyıldaki nüfusun neredeyse dörtte üçünü hatta bazı bölgelerde yarısını öldürdü.Büyük miktarda toprak terk edildi ve buradaki ürünler işlenmeden kaldı.İşçi sayısında azalma sonucunda işçilerin maaşı arttı ve toprak sahipleri işçileri topraklarında çalışmaya ikna etmeye çalıştı.Ayrıca işçiler de daha çok kazanç hak ettiklerini savunarak isyan ettiler.Bu kriz dönemi aksine Erken Modern Çağlar’a zemin hazırlayan yaratıcı sosyal, ekonomik, ve teknolojik gelişmelere şahit oldu.Bu dönem Katolik kilisesinin de kendi içinde bölünmeye başladığı dönemdir.Bu bölünme döneminde Kilise üç farklı papa tarafından aynı zamanda yönetildi.Kilise papalığın otoritesini yitirdi ve ulusal kiliselerin oluşmasına neden oldu.Roma İmparatorluğunun son düşüşü Konstantinopolis’in 1453’te Osmanlı Türkleri egemenliği altına girmesidir.Bu olay Avrupa’nın ekonomisi, kültürü ve dininde büyük etkiye sahiptir.
Kültür
Orta Çağ mutfağı, 5. ve 16. yüzyıl Avrupa kültürlerinin besinlerine, yeme alışkanlıklarına ve yemek pişirme yöntemlerine verilen genel addır. Bu dönem boyunca beslenme düzeni ve pişirme yöntemleri Avrupa genelinde değişimlere uğramış ve tüm bu değişiklikler Avrupa'nın modern mutfak kültürünün temelini oluşturmuştur.
Bu dönemde ekmek tüm Avrupa'da ana besin ögesi olarak kullanılır, tüketimde bunu yulaf lapası ve makarna gibi tahıldan yapılmış yemekler izlerdi. Et ise sebze ve tahıllardan daha pahalı ve seçkin bir yiyecekti. Çeşni olarak en çok kullanılan ürünler şarap, koruk suyu ve sirkeydi. Yemekleri tatlandırmak için almaya gücü yetenler en sık bal ve şekere başvururdu. Et türlerinde en çok tercih edilenler tavuk ve domuz eti olur, toprak işlemede büyük öneme sahip olan büyükbaş hayvanların etleri ise her zaman daha az kullanılırdı. Kuzey Avrupa toplumları et gereksinimini büyük ölçüde morina ve ringa balıkları ile sağlar, bunun yanında diğer tatlı ve tuzlu su balıkları da yaygın biçimde tüketilirdi. Bademin hem acı hem de tatlısı yemeklerde garnitür olarak kullanılır ya da öğütülerek çorba ve yahnilere kıvam vermek için serpilirdi. Badem sütü, oruç ve paskalya perhizleri boyunca hayvan sütüne alternatif olarak içilen bir içecekti.
Bu dönemlerde yavaş ulaşım ve yetersiz saklama koşulları pek çok yiyeceğin uzun mesafeli ticaretini engelliyordu. Birçok yerde sadece varlıklı kişilerin, genellikle de soylu takımının baharat ve otlar gibi pahalı ürünleri getirmeye gücü yetiyordu. Bu nedenle zenginlerin ve soyluların mutfakları, yabancı kültürlerden etkilenmeye daha açık olmuştur. Toplumda bulunan her sınıfın bir üst sınıfı taklit etmesi sonucu, uluslararası ticaretle ve savaşlarla edinilen yeni alışkanlıklar zamanla yoksullar arasında da yaygınlaşmıştır.
Açlık ve kıtlığın olağan hâle geldiği ve toplumdaki sınıf ayrılıklarının en ağır biçimde hissedildiği bu dönemlerde yiyecekler, sosyal statünün en önemli göstergelerinden biri olmuştur. Piyasada güçlükle bulunmalarının yanı sıra lüks gıdaların tüketimi yasalarca da toplumun kimi sınıflarına yasaklanmış ve soylular sınıfına mensup olmayan sonradan görmelerin ("nouveau riche") göze çarpan tüketimine bir sınır getirilmiştir. Ayrıca, kişinin yediği yemekle işgücünün arasında kutsal ya da doğal bir bağ olduğu inancı yaygın olduğu için, yasalar, çalışan sınıfın yiyeceklerinin daha az inceltilmiş olması koşulunu getirmiştir. Bu nedenle, o dönemde beden gücü ile çalışan sınıfın yemekleri daha iri parçalı ve daha ucuzdur. Aynı dönemde tıp alanında da hekimler pahalı tonikleri, egzotik baharatları soylu kesimin hastalarına tavsiye ederken, daha kokulu, düşük kaliteli otları alt sınıflara önerirlerdi.
Tarih: 2016-03-02 01:56:22 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx